Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bu Bir Fotoğraf Hikayesi

Hayatımda insan popülasyonunun bu kadar az olduğu hiçbir yerde bulunmamıştım. Yayla mevsimi bittiği için tüm evler boşaltılmıştı. Yaylaya çıkmak marketten süt almaya gitmek gibi bir şey değil oralarda; taşınır gibi bütün evlerini yükleyip geliyorlar ve gittiler mi bir daha dönmeyeceklermiş gibi gidiyorlar. Günlerdir Artvin’in yaylalarında dolaştığımız için telefonlarımız da hemen hemen hiç çekmemişti. Burada kaybolsak uzun bir süre kaybolduğumuzu kimse fark etmezdi. Arşiyan Yaylası’na gelirken geçtiğimiz yollar bizim yol dediğimiz tanımdan oldukça farklıydı. Yayla evlerinden sonra aracın gidebileceği yol da yok oldu ve bu fotoğraftaki gölün başına geldiğimizde yayladaki son boş evi yürüyerek geçeli iki saat olmuştu. Yüzen Adalar'ın fotoğraflarını görmüştük internette araştırma yaparken. Aklımızda görmeyi beklediğimiz fotoğrafla, o fotoğrafa en yakın görüntüye doğru yürüyorduk. Konum atılmış bir yere navigasyonla gitmek gibi bir şey değil; doğru yöne gittiğimizi anlayabileceğimiz ...
En son yayınlar

Bana 6 Dakikada Çayı'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

ÇAYI çok sever bizim insanımız ama bana kalırsa kahvenin yanından bile geçemez. Dilimin üzerinde bir tabaka bırakıyor ve başka şeylerin tadını almamı engelliyor gibi bir hisse kapılıyorum. Bir ara "Çay varsa umut var." diye bir motto türemişti ama bana kalırsa sadece çay varsa pek de bir umut kalmamış gibi oluyor. Çay bana kuru bir besini ıslatıp yutmak için kullanılır gibi geliyor. Ama Japon kültüründeki pek çok anlam yüklenmiş seramonik çaydan bahsetmiyorum; Türkiye'de iş yerlerindeki çay ocaklarında, kahvaltı için öğrenilmiş hareketlerle demlenen çaylar bunlar. Japonlarınki gibi bir özenle demlenen çayda bitkinin hiçbir yararı yoksa bile içene şifa veren bir sevgi vardır kesin. Çay ocaklarındaki çay deyim yerindeyse seri üretim; mesela kahve içecek her bir kişi için özel dikim. Çay koca bir sürahi dolusu yapılıyor ama kahve neredeyse fincan fincan... Çayı demliyorsun, o seni bekliyor senin keyfin gelene kadar. Ama kahvenin içilmek için kendi belirlediği bir vakti var.

Annemin Elleri...

Annemin elleri çamaşır suyu kokardı. Beni kucağına yatırıp sevdiği zamanlarda burnumdan gelen "Buradan uzaklaş!" sinyaline kulaklarımı tıkayamazdım. Çoğu Türk kadınında görülen çamaşır suyu bağımlılığına annem de yakalanmıştı. Mutfak tezgahında eviyenin başında bir sabunluk vardı mesela; içinde deterjan olması beklenen bu sabunluk iki gözden oluşur ve bir gözünde de çamaşır suyu bulunurdu. Bu profesyonelce kurulmuş tuzağa benim de düşmüşlüğüm var. Bulaşık yıkayayım diye giriştiğim serüvenden ellerim annem gibi kokarak çıkmıştım. İçinden, üzerinden yemek yediğimiz kapları çamaşır suyuyla yıkamak "Benim bize acımam yok!" demek gibi geliyordu bana. "Sana asla hayır diyemeyeceğin bir sarma yaptım ama bununla beraber bir miktar da kimyasalla seni ufak ufak zehirleyeceğim. Senden nefret ettiğimden değil! Tencerenin temiz olmasını senin sağlığından daha çok önemsediğimden." dermiş gibi gelirdi. Annemin elleri kabaydı; dedemin ellerine benzerdi. Dedem yaşlandık...

Bana 6 Dakikada Ayıp'la Başlayan Ne Anlatabilirsin?

AYIP çok zehirli bir kelime. Çocukken öğretilmek zorunda bir kere. Kendi muhakeme kasların gelişmeden zehirlenmelisin ki vücudun verilen kurala antikor üretmesin. Çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir ayıbın büyüdüğümüzde saçmalığını fark etsek bile ayıbımızı bırakmak çok zor. Büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmayı ayıp olarak öğrenmiş bir kız çocuğu yetişkinliğinde bu hareketin kendi hayatında geçersiz olduğunu anlamış olsa bile odaya bir büyük girdiğinde bacağını düzeltirken bulabilir kendini. Hareketin kendisi tarafından seçilmediğine zihni ikna olsa bile vücut kendi hafızasında tutabilir bu refleksi. Eğer kadın, odaya bir büyük girdiği anda "Bacağımı düzeltmeme gerek yok! Bacağımı düzeltmeme gerek yok!" diye tekrar etmeye başlarsa belki bacağını olduğu gibi durmaya ikna edebilir. Ama o an zihni başka bir işle uğraşıyorsa, mesela annesinin yıllar önce attığı bir bakışın dejavusu geldiyse ve tam sırada içeri bir büyük girdiyse bacak kendisine o zamana kadar en çok tekrar et...

Farklı...

Duvarlarını kendim boyadım bu yatak odasının. Yatak başına gelen duvarı derin deniz gibi maviye, neredeyse laciverte boyadım; diğerleri beyaza çok yakın gri renkte. Maviyi bir günde boyamıştım da diğer duvarlar pazardan pazara derken birkaç ay sürmüştü. Yarım yamalak fırça izleri arasında uykuya gittik bu odada kim bilir kaç gece. Akşam güneşini güzel alıyor bu oda. Akşam güneşi güzele vurur diye yatırdım 4 gün önce doğan oğlumu yatağımıza. Güneş vuruyor gerçekten de ayaklarına ama güzele vurmak için sanki biraz kararsız bu noktada... Ablam, kızkardeşim ve eşim dışında kimse görmedi bebeği daha. Beni kırmamak için mi güzel diyorlar acaba bu çocuğa? Benden mi çıktı şimdi bu gerçekten? Hiç tahmin etmemiştim gelecek olanın bu kadar tanıdıklıktan uzan olmasını bana... Hazır mıyım acaba benden ama benden bambaşka olana en iyi şekilde bakıp hayata hazırlamaya? Bu evi tutarken çocuğumuz olunca şehir hayatında sosyalleşebilsin ama günün sonunda yeşilliklerin içinde bisiklete binebilsin diy...

Bana 6 Dakikada Hoşlanmam'la Başlayan Ne Anlatabilirsin?

HOŞLANMAM paçamın ıslanmasından. Bol çapa pantolonlar yok olmuştu bir süre. Skinny jean'ler ve taytlar giyebiliyorduk sadece. O sırda paçalar botların içine sokulabildi ve rahata kavuştum. Yıllardır yaşadığım huzursuzluk bir moda akımıyla çözüme kavuştu. Islak paçanın hiçbir çözümü yok. Bütün gün seninle gezer. Zaten soğuk havada soğuk soğuk dokunur. Huzursuzluk tanımı resmen. İzmir'de altyapı sistemi zayıftır. Yağmurlu bir günde dışarı çıkarsanız bir noktada kesin bileğinize kadar suya girersiniz. Bir noktada ya kaldırımdaki göçüğe su dolacak ya karşıdan karşıya geçmeye çalıştığınız yerde mazgallar tıkanacak, yol göllenecek. Paçaları botun, çizmenin içine sokabilabilme modası iyi ki geldi hayatımın bir döneminde. Bu sefer de yazları daralıyordum skinny'lerin içinde, ama çözüm olarak da mom jean'ler geri geldi. 30 sene içinde bütün sorunlarıma derman olabilecek en az bir jean kalıbı oldu. Düşük bel modaydı mesela ergenliğim boyunca. Ve ben tipik bir armut yapılı Anadolu...

Bana 6 Dakikada Kapı'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

Kapı onarımında kullanılan, ahşap çatlaklarını dolduran bir ürün sipariş ettim; hala gelmedi. Korona karantinasında evde uzun uzun vakit geçirme fırsatı bulunca tadilat ve tamirat işlerine bulaşmak kaçınılmaz oluyor. Evin ana giriş kapısı eski, ahşap kapılardan. Ağaç artık çok yorulmuş. Ne menteşeyi taşımak istiyor ne de tık diye kasaya oturmaya niyeti var. Bu kapıyı kullanırken kapıya zarar verme endişesi duyuyorum. Hemen yanında da mutfağa açılan, sürgülü, ruhsuz, plastik kasalı bir kapı var. Ruhu yok ama onun için endişe duymama da sebep olmuyor. Onu kullanıyorum ben eve girip çıkarken. Ana kapı görevini sırdan olana, aslında ikincil olana verdim. Ben evlerin ve insanların enerjilerinin örtüştüğüne, üst üste bindiğine inanıyorum. Bir sürü ihtimal arasında bu evde yaşıyorsam bir nedeni vardır sanki. Acaba benim ana amacım kırılgan, eski ve atıl kaldı da ikincil meşgaleler mı başrolü aldı? Ana kapıyı daha kullanılır hale getirmek mümkün mü benim için? Ayakkabı dolapları ana kapıdan gi...