Ana içeriğe atla

Bu Bir Fotoğraf Hikayesi

Hayatımda insan popülasyonunun bu kadar az olduğu hiçbir yerde bulunmamıştım. Yayla mevsimi bittiği için tüm evler boşaltılmıştı. Yaylaya çıkmak marketten süt almaya gitmek gibi bir şey değil oralarda; taşınır gibi bütün evlerini yükleyip geliyorlar ve gittiler mi bir daha dönmeyeceklermiş gibi gidiyorlar. Günlerdir Artvin’in yaylalarında dolaştığımız için telefonlarımız da hemen hemen hiç çekmemişti. Burada kaybolsak uzun bir süre kaybolduğumuzu kimse fark etmezdi.

Arşiyan Yaylası’na gelirken geçtiğimiz yollar bizim yol dediğimiz tanımdan oldukça farklıydı. Yayla evlerinden sonra aracın gidebileceği yol da yok oldu ve bu fotoğraftaki gölün başına geldiğimizde yayladaki son boş evi yürüyerek geçeli iki saat olmuştu. Yüzen Adalar'ın fotoğraflarını görmüştük internette araştırma yaparken. Aklımızda görmeyi beklediğimiz fotoğrafla, o fotoğrafa en yakın görüntüye doğru yürüyorduk. Konum atılmış bir yere navigasyonla gitmek gibi bir şey değil; doğru yöne gittiğimizi anlayabileceğimiz bir kerteriz, nasıl gidebileceğimizi soran biri yok etrafta.

Yaylada pek çok göl var; yüzen adalar diye adlandırdıkları da suyun üzerinde, karaya bağlanmadan hareket edebilen bir bitki örtüsü... Yayla zamanında pek çok turistin ilgisini çekmiş bu doğa hali. Hava daha sıcakken bitki örtüsünü sal gibi karadan koparanlar olmuş hatta. Bizim gittiğimiz mevsimde rüzgar kendini hissettiriyordu; suya girmeyi göze alamazdık ama görmeyi çok istemiştik o adaları. Yerleşim yerlerinden bu kadar uzakta olduğunu anlayamamışım internette okuduklarımdan.

Yürümeye devam ettikçe gördüğümüz son insanlardan daha da uzaklaştığımız düşüncesi tanımadığım hisler yaratıyordu. Özgürlük, yalnızlık, korku, zafer... Kalabalıklardan şikayet etmeyi çok iyi biliyorduk ama bu kadar yalnızlıkla daha önce hiç baş etmemiştik. Korkmamızı gerektirecek hiçbir şey yoktu ama zihin senaryolar üretiyordu. Yalnız olduğumuza bir türlü inanamıyordum; her an birileri beliriverecek gibi geliyordu.

İki saat yürüdükten sonra bu fotoğrafın çekildiği yerde durduk. Yüzen adaları bulmaktan vaz geçebilirdik. Yüzen adalara benzemiyordu pek ama eşsiz bir deneyim an be an yaşanıyordu. Kameranın zamanlayıcısını kurup sırt çantamızla sabitledim. Mataramızda biraz içkimiz vardı. Bağıra bağıra şarkı söylese kimse duymazdı. Pantolonlarımızı çıkarıp oturabilirdik burada ve ikimizden başka bunu bilen olmazdı. Bulutların o anda önümüzdeki su birikintisinden yansımasını, o su birikintisinin iki tepe arasından boşluğa düşer gibi yok oluşunu bizden başka kimse göremezdi. Dünyanın sonunda sadece ikimiz vardık.

Biz birkaç saat ve birkaç tepe sonra yüzen adaları bulduk. Ama ben o gün varmak için yola çıktığım şeyi bulmanın değil, yoldayken olduğumun daha kıymetli olduğunu anladığım anları bu fotoğraf çekilirken anladım.

Yorumlar