Ana içeriğe atla

Misafirinizi Nasıl Alırdınız?

Bugün metaforik bir egzersiz yaptık. Konu misafirin nasılının benim için makbul olduğu, ona nasıl bir hazırlık yaptığım, nasıl ağırladığım, nasıl vedalaştığım...

Misafir bizim eve çok uğrayan biri değil. Nadir misafirimiz olur. İş saatlerimizin uzun ve bazı zamanlarda haftasonunu da kapsaması nedeniyle ev bizim için bir dinlenme alanı. Bu alana dinlenmemizi engelleyecek, hazırlık gerektirecek birilerini dahil etme isteğimiz yok. Eşofmanımızla karşılayabileceğimiz, bir kahveye ya da akşam iki kadeh bir şey içmeye gelen arkadaşı severiz. Yemek masası bizim evde işlevi dışında pek çok şeye ev sahipliği yapıyor. Yemek için misafir ağırlamayı tercih etmem. Hem kendime çok güvenmem, hayal kırıklığı yaratabilir hem günlük hayatımızda kendimiz için bile yemek yapan insanlar değiliz, başkası gelecek diye yemek yapmaya kalkmak bize iş gelir. Hazırlık gerektirmeyen, dolapta var olan meyveyle, kuru yemişle ağırlayabileceğimiz, muhabbete gelen misafir benim kalemim.
Misafirin kendisini evinde hissetmesini, rahat olmasını isterim. Ne içersin? Bardak arkanda, sen bir kadeh al, ben de meyve yıkayayım. Mutfağın dolaplarını açıp kapatabilsin. Oturmak istediği yeri kendi seçebilsin, uzanarak rahatça gerinebilsin. Gelen misafir kendini yük olmuş gibi hissetmesin, bu eve gelebileceğini, burada rahat olabileceğini bilsin.
Misafiri davet ettiysem gideceği zamana karar vermek artık onun bileceği iştir. Ben zaten vaktimi ona ayırmayı kabul ettiysem istediği kadar kalabilir. Eğer geç olduysa kalabilir; ertesi gün işe gitmeyeceksem güzel bir kahvaltıya bile gideriz. Son vapuru kaçırmak istemiyorsa da tamam; yine gelmesi dileğiyle onu yolcu eder, ortalıktaki bardakları toplar, artanları buzdolabına kaldırır o gelmemiş olsaydı o gece nasıl geçecekse öyle geçiririm.

Peki bununla ne yapacağız?

Diyorlar ki misafire yaklaşımınız okura yaklaşımınızın metaforu.

Ben uzun uzun hazırlıklar yapan, okuyucuyu ortama ısıtmak için malzemeler bırakan bir yazar değilim o halde. Okuyucu benim yazımı okumaya başladığı anda artık olayın içinde, başından beri oradaymış, kaldığı yerden devam ediyormuş gibi hızlıca konuya dahil olmalı. Evde ne varsa, benim içimde ne varsa onunla karşılaşacak, sofrasında bunlar olacak. Çok özenli hazırlanmış yemekler değil, kaba hatlı, küt ama tok hikayeler bulacak; iki cümlede içinde bulunduğumuz hali anlayabilecek. Uzun uzun otururuz bütün gece isterse ama en fazla yarın sabah kahvaltıya kadar vaktimiz var sonuca ulaşmadan önce; biraz hızlı bir ayrılık yaşayacağız okurla. Ama hikayemin içinde kendini bir kere ait hissederse bundan sonra hep gelebileceğini bilecek. Yazmak için hayatımda özel bir ritüel olması, bir alan kurulması gerekmiyor. Yazmak benim için günlük hayatımın bir parçası; nasıl karnım acıkıyorsa yazasım da gelecek.

Benim yazmak için kollarımı savamama sebep olan duygu kendi içimden çıkarabileceklerime karşı merak. Buzdolabımda ne varsa onu sofraya koymak; kaliteli peynir mi var, bayat fıstık mı çıkar... Çıkacaklardan her zaman gurur duymayabilirim; "bu seferlik de böyle oldu" diyebileceğim misafir isteyişim bundan. Beni yargılamadan benim koltuğumda uzanabilecek olanların bayat fıstığı görmesine cesaret edebilirim henüz.

Yorumlar