Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bu Bir Fotoğraf Hikayesi

Hayatımda insan popülasyonunun bu kadar az olduğu hiçbir yerde bulunmamıştım. Yayla mevsimi bittiği için tüm evler boşaltılmıştı. Yaylaya çıkmak marketten süt almaya gitmek gibi bir şey değil oralarda; taşınır gibi bütün evlerini yükleyip geliyorlar ve gittiler mi bir daha dönmeyeceklermiş gibi gidiyorlar. Günlerdir Artvin’in yaylalarında dolaştığımız için telefonlarımız da hemen hemen hiç çekmemişti. Burada kaybolsak uzun bir süre kaybolduğumuzu kimse fark etmezdi. Arşiyan Yaylası’na gelirken geçtiğimiz yollar bizim yol dediğimiz tanımdan oldukça farklıydı. Yayla evlerinden sonra aracın gidebileceği yol da yok oldu ve bu fotoğraftaki gölün başına geldiğimizde yayladaki son boş evi yürüyerek geçeli iki saat olmuştu. Yüzen Adalar'ın fotoğraflarını görmüştük internette araştırma yaparken. Aklımızda görmeyi beklediğimiz fotoğrafla, o fotoğrafa en yakın görüntüye doğru yürüyorduk. Konum atılmış bir yere navigasyonla gitmek gibi bir şey değil; doğru yöne gittiğimizi anlayabileceğimiz ...

Bana 6 Dakikada Çayı'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

ÇAYI çok sever bizim insanımız ama bana kalırsa kahvenin yanından bile geçemez. Dilimin üzerinde bir tabaka bırakıyor ve başka şeylerin tadını almamı engelliyor gibi bir hisse kapılıyorum. Bir ara "Çay varsa umut var." diye bir motto türemişti ama bana kalırsa sadece çay varsa pek de bir umut kalmamış gibi oluyor. Çay bana kuru bir besini ıslatıp yutmak için kullanılır gibi geliyor. Ama Japon kültüründeki pek çok anlam yüklenmiş seramonik çaydan bahsetmiyorum; Türkiye'de iş yerlerindeki çay ocaklarında, kahvaltı için öğrenilmiş hareketlerle demlenen çaylar bunlar. Japonlarınki gibi bir özenle demlenen çayda bitkinin hiçbir yararı yoksa bile içene şifa veren bir sevgi vardır kesin. Çay ocaklarındaki çay deyim yerindeyse seri üretim; mesela kahve içecek her bir kişi için özel dikim. Çay koca bir sürahi dolusu yapılıyor ama kahve neredeyse fincan fincan... Çayı demliyorsun, o seni bekliyor senin keyfin gelene kadar. Ama kahvenin içilmek için kendi belirlediği bir vakti var.

Annemin Elleri...

Annemin elleri çamaşır suyu kokardı. Beni kucağına yatırıp sevdiği zamanlarda burnumdan gelen "Buradan uzaklaş!" sinyaline kulaklarımı tıkayamazdım. Çoğu Türk kadınında görülen çamaşır suyu bağımlılığına annem de yakalanmıştı. Mutfak tezgahında eviyenin başında bir sabunluk vardı mesela; içinde deterjan olması beklenen bu sabunluk iki gözden oluşur ve bir gözünde de çamaşır suyu bulunurdu. Bu profesyonelce kurulmuş tuzağa benim de düşmüşlüğüm var. Bulaşık yıkayayım diye giriştiğim serüvenden ellerim annem gibi kokarak çıkmıştım. İçinden, üzerinden yemek yediğimiz kapları çamaşır suyuyla yıkamak "Benim bize acımam yok!" demek gibi geliyordu bana. "Sana asla hayır diyemeyeceğin bir sarma yaptım ama bununla beraber bir miktar da kimyasalla seni ufak ufak zehirleyeceğim. Senden nefret ettiğimden değil! Tencerenin temiz olmasını senin sağlığından daha çok önemsediğimden." dermiş gibi gelirdi. Annemin elleri kabaydı; dedemin ellerine benzerdi. Dedem yaşlandık...

Bana 6 Dakikada Ayıp'la Başlayan Ne Anlatabilirsin?

AYIP çok zehirli bir kelime. Çocukken öğretilmek zorunda bir kere. Kendi muhakeme kasların gelişmeden zehirlenmelisin ki vücudun verilen kurala antikor üretmesin. Çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir ayıbın büyüdüğümüzde saçmalığını fark etsek bile ayıbımızı bırakmak çok zor. Büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmayı ayıp olarak öğrenmiş bir kız çocuğu yetişkinliğinde bu hareketin kendi hayatında geçersiz olduğunu anlamış olsa bile odaya bir büyük girdiğinde bacağını düzeltirken bulabilir kendini. Hareketin kendisi tarafından seçilmediğine zihni ikna olsa bile vücut kendi hafızasında tutabilir bu refleksi. Eğer kadın, odaya bir büyük girdiği anda "Bacağımı düzeltmeme gerek yok! Bacağımı düzeltmeme gerek yok!" diye tekrar etmeye başlarsa belki bacağını olduğu gibi durmaya ikna edebilir. Ama o an zihni başka bir işle uğraşıyorsa, mesela annesinin yıllar önce attığı bir bakışın dejavusu geldiyse ve tam sırada içeri bir büyük girdiyse bacak kendisine o zamana kadar en çok tekrar et...

Farklı...

Duvarlarını kendim boyadım bu yatak odasının. Yatak başına gelen duvarı derin deniz gibi maviye, neredeyse laciverte boyadım; diğerleri beyaza çok yakın gri renkte. Maviyi bir günde boyamıştım da diğer duvarlar pazardan pazara derken birkaç ay sürmüştü. Yarım yamalak fırça izleri arasında uykuya gittik bu odada kim bilir kaç gece. Akşam güneşini güzel alıyor bu oda. Akşam güneşi güzele vurur diye yatırdım 4 gün önce doğan oğlumu yatağımıza. Güneş vuruyor gerçekten de ayaklarına ama güzele vurmak için sanki biraz kararsız bu noktada... Ablam, kızkardeşim ve eşim dışında kimse görmedi bebeği daha. Beni kırmamak için mi güzel diyorlar acaba bu çocuğa? Benden mi çıktı şimdi bu gerçekten? Hiç tahmin etmemiştim gelecek olanın bu kadar tanıdıklıktan uzan olmasını bana... Hazır mıyım acaba benden ama benden bambaşka olana en iyi şekilde bakıp hayata hazırlamaya? Bu evi tutarken çocuğumuz olunca şehir hayatında sosyalleşebilsin ama günün sonunda yeşilliklerin içinde bisiklete binebilsin diy...

Bana 6 Dakikada Hoşlanmam'la Başlayan Ne Anlatabilirsin?

HOŞLANMAM paçamın ıslanmasından. Bol çapa pantolonlar yok olmuştu bir süre. Skinny jean'ler ve taytlar giyebiliyorduk sadece. O sırda paçalar botların içine sokulabildi ve rahata kavuştum. Yıllardır yaşadığım huzursuzluk bir moda akımıyla çözüme kavuştu. Islak paçanın hiçbir çözümü yok. Bütün gün seninle gezer. Zaten soğuk havada soğuk soğuk dokunur. Huzursuzluk tanımı resmen. İzmir'de altyapı sistemi zayıftır. Yağmurlu bir günde dışarı çıkarsanız bir noktada kesin bileğinize kadar suya girersiniz. Bir noktada ya kaldırımdaki göçüğe su dolacak ya karşıdan karşıya geçmeye çalıştığınız yerde mazgallar tıkanacak, yol göllenecek. Paçaları botun, çizmenin içine sokabilabilme modası iyi ki geldi hayatımın bir döneminde. Bu sefer de yazları daralıyordum skinny'lerin içinde, ama çözüm olarak da mom jean'ler geri geldi. 30 sene içinde bütün sorunlarıma derman olabilecek en az bir jean kalıbı oldu. Düşük bel modaydı mesela ergenliğim boyunca. Ve ben tipik bir armut yapılı Anadolu...

Bana 6 Dakikada Kapı'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

Kapı onarımında kullanılan, ahşap çatlaklarını dolduran bir ürün sipariş ettim; hala gelmedi. Korona karantinasında evde uzun uzun vakit geçirme fırsatı bulunca tadilat ve tamirat işlerine bulaşmak kaçınılmaz oluyor. Evin ana giriş kapısı eski, ahşap kapılardan. Ağaç artık çok yorulmuş. Ne menteşeyi taşımak istiyor ne de tık diye kasaya oturmaya niyeti var. Bu kapıyı kullanırken kapıya zarar verme endişesi duyuyorum. Hemen yanında da mutfağa açılan, sürgülü, ruhsuz, plastik kasalı bir kapı var. Ruhu yok ama onun için endişe duymama da sebep olmuyor. Onu kullanıyorum ben eve girip çıkarken. Ana kapı görevini sırdan olana, aslında ikincil olana verdim. Ben evlerin ve insanların enerjilerinin örtüştüğüne, üst üste bindiğine inanıyorum. Bir sürü ihtimal arasında bu evde yaşıyorsam bir nedeni vardır sanki. Acaba benim ana amacım kırılgan, eski ve atıl kaldı da ikincil meşgaleler mı başrolü aldı? Ana kapıyı daha kullanılır hale getirmek mümkün mü benim için? Ayakkabı dolapları ana kapıdan gi...

Bana 6 Dakikada Olmalı'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

OLMALI tabii ki herkesin kendini rahat ifade edebildiği bir yöntem, kendisini yargılanmamış hissedeceği bir yer olmalı. Kız kardeşlikler bu yüzden önemli. Hepimiz bu yolların benzerlerini yürüdük. Kimse kimseye "Neden?" demez; içinden, derinlerden bilir. "Çok normal güzelim benim; bu hissettiklerin çok normal." Kendimi yalnız hissetmeyi bıraktığımdan, desteklendiğimi, duyulabildiğimi hissettiğimden beri dışarıda yaşadığımla içeride yaşadığım arasındaki mesafe kısaldı. Karşımda gördüğüm kadın artık bana daha çok benziyor. Kendime giden yollar kısaldı; patikalarım artık daha konforlu. Kendimle yakınlaşabilmemin yolu başkalarına kendimi açabilmekten geçti, ne garip. Yargılanmadan desteklenebilen bir hayat mümkün. Bir tek benim başıma gelmiyor. Bütün bunlar insanlar için. İnsanlığın başından beri belki de kadınların kalbi hep benzer yerlerden kırılıyor.Kalbimin yaralarını göstermekten utanmak ne komik geliyor şimdi... Güzelliğin yaranda; yara aldığımız yerden büyüdüğüm...

Salak Tavuklar...

Çocuklar aradı sabah. Analarının durumu iyi gibiymiş artık; eve geri geleceklermiş bugün. Felç olmuş ama iyi bakılırsa yıllarca yaşarmış. Bayramlardan başka zaman uğramayan hayırsızlar anaları fenalaşınca nasıl üşüştüler eve sinek gibi. İsteyince geliniyormuş demek ki... Aldılar götürdüler özel hastaneye. Benim kontrollerim için oraya gitmek israf; analarını on gündür yatırıyorlar orada. Ben de bu dağ başınca, in geçmez cin gelmez yerde, beş tane ihtiyarın yaşadığı köyle tavuk yemleyeyim! Koca karı orada hanımlar gibi yatsın; bana burada salak tavuklar! Yemekler de güzeldir o hastanede. Dün menemen yapayım dedim, tuzu mu fazla kaçırdım nedir? Zehir gibi oldu, zehir! Onlarla gitmeme izin verselerdi ben de rahat ederdim hastanede ama yok! Tavuklar aç kalır! Salak tavuklar! Ölüverir diye sevindiydim aslında... Beni burada bir başıma bırakamazlardı o zaman. Yanlarına alır çocuklardan biri... İyi bakarlar o zaman, anaları ölünce ben kıymete binerim. Ama ölmedi gitti koca karı! Felç kalm...

Bana 6 Dakikada Kilitler'le Başlayan Ne Anlatabilirsin?

KİLİTLER bizim evde psikolojik. Köpekler istedikleri zaman bahçeye çıkabilsin diye biz evde yokken de kapılar açık duruyor. Bahçe kapısının da menteşeleri kaymıştı uzun süre, kilit tam oturmuyordu. Kapıyı USB kabloyla bağlayıp çıkıyordu evden. Kapının tutmadığını fark edince ip gibi bir şey aramış, USB kablo bulmuş. Evimizin güvenliği bir süre bir USB kabloya emanetti. Ne cesaret... Hareketli bir sokak, kimse açmaya cesaret etmez diye düşünüyordu. Psikolojik bir bariyer bizim eve geldiğimizde evde yaşayan başka insanlar olmasını engelliyordu. Bir haftalık bir tatile çıkan kadar da bu güvenlik hissini korudu. Bizim birkaç gün evde olmama ihtimalimiz nasıl olduysa onu korkuttu; oysa ne değişecek? Hiç... Evde ipe en yakın şeyin USB kablosu olması da manidar bence. Evde artık kullanımdan kalkan pek çok elektronik parça var. Hayatta arttırmaz. Kulaklıklar ver 90'lar walkman'lerinden kalma. Kullanılma ihtimal yok. Hoparlörler, mouse'lar var kablolu mesela... Kim ne yapsın ki bun...

Bana 6 Dakikada Mesela'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

MESELA bugün kahvaltıyı niye ben hazırladım? Normalde ben çalışırken getirirdi sevdiğim fıstık ezmeli, muzlu tosttan ama akşam yine uyumamış geç saate kadar. Uyandı ama uyanmak denemez. Ağır ağır hareketler… “Acıktım” dedim ama ona bıraksam hareket geçebilmesi kim bilir ne zamanı bulur. Tembelcedir zaten; bir de uyanamamış şimdi, iyice uyuşuk… Sinirleniyorum aslında ama onu olduğu gibi sevmek konusunda da kendimi terbiye ediyorum. Öyle olsa, böyle yapsa derken buluyorum kendimi ama onu sevebilmemi sağlayan da kendi olması, tam da bu olması… Bunu sık sık hatırlatıyorum kendime. Benim istediğim şeyi istediğim şekilde yapıyor olsa bambaşka birine dönüşür belki. Onu o yapan şey bu her günkü bu minik hareketlerinden meydana gelmemiş mi? Gözleri de yeşerdi iyice, bu mevsimde açılıyor iyice renkleri. İyi ki de ben hazırladım bugün kahvaltıyı. Ekmeğin üzerinde zeytinyağında domates, biber, peynir dilimledim küp küp, karıştırdım. Pizza gibi oldular hem de fresh… Midem mutlu bugün. Çörekotu ve ...

Bana 6 Dakikada Çarşfları'yla Başlayan Ne Anlatabilirsin?

ÇARŞAFLARI  ne zaman değiştirmem gerektiğinden tam olarak emin olamıyorum. Aynı şey havlular için de geçerli. Üniversiteye gidip de kendi çamaşırlarımı yıkama sorumluluğum olduğunu fark ettiğimde konuyla ilgili deneyim dinmek için biraz geç kaldığımı anladım. Havlunun yıkanması gereken bir şey olduğunu bilmiyordum mesela. Sadece temizken kullanıyoruz ve kuruyor hemen zaten. Yıkamak da zaten ürünün ıslanması ve kuruması değil mi? Ailemle yaşarken kendiliğinden değişen havlularım vardı. Nedenini tahmin etsem de değişmesinin sonucunu bilmiyordum. İstanbul'daki ilk ayımın sonlarına doğru fark ettim galiba havluda bir terslik olduğunu. Bunun yıkanmamasından kaynaklandığından bile tam emin olamamıştım. Belki oda havasız kaldı; belki dolap kokusu sindi.. Yıkaması lazımmış işte. Aradan 10 seneden fazla zaman geçti ama hala ne zaman yıkanmayı istediklerinden emin olamıyorum. Annemlerle yaşarken çarşaflarım da kendiliğinden değişirdi. Mis gibi kokan, buz gibi nevresim var annemlerde, İstanbu...

Okuyana Mektubum Var!

Canım Okuyan, Yazdıklarım denizde bulduğun bir şişenin içinde eline geçmediyse birbirimizden uzak insanlar değilizdir. Doğduğumuz ailelerden öğrenecek çok şeyimiz olsa da bir noktada onlardan ve bize öğrettikleri dünya görüşünden göbek bağımızı kesip kendi değer yargılarımızla bir dünya, bir aile yaratmamız gerektiğine inanıyorum. Yazdıklarımı sana okutabilecek cesareti bulduysam, sen de benim kendi yarattığım ailemdensin. Hayattaki "o an"lara inanıyorum. O an anlarsın; o an çok mutluydun; o an büyülüdür ya da o anda yıkıldın... Bir an öncesi ya da sonrası değil... Gözünün önüne gelen bir fotoğraf, vücudundan geçen bir ürperti olur onu hatırladığında. Ben böyle anların peşindeyim. Yaşanan şey sadece bir anlık; ama zihnimin onu eğip büküyor, üzerine anlamlar yüklüyor, dönüp dönüp ona gidiyor ya da o anı senden siliyor ama üzerine bir davranış bina ediyor, bütün hayatımıza o anı yayıveriyor. Ben sana bulduğum bazı anları göstermeye niyetliyim. Hepsi benim olmayabilir; ama b...

Bana 6 Dakikada Sevişmek'le Başlayan Ne Anlatabilirsin?

6 dakika içinde kalemi hiç sayfadan "sevişmek"le başlayan bir metin yazmam beklenen bu egzersiz sonucu oluşan hezeyanlarımı aşağıda bulabilirsiniz. Birinin çocuğu olmaya, hatta çocuğun üretim şeklini evrimsel olarak eleştirmeye kadar vardırdığım bu zihin akışı için hiçbir sorumluluk kabul etmiyor, "yayınla" tuşuna bugün biraz da "acaba?" ile basıyorum. SEVİŞMEK... Zevk için gerçekleştirilen bir eylemin bu kadar hayati bir ürün ortaya çıkarabilmesini hala aklım almıyor. Zevk için ne yaparsın mesela? Denize girersin; çocuk olmaz. Kitap okursun; çocuk olmaz. Arkadaşlarınla kahve iç; çocuk olmaz. Sevdiğin adamla sevişmenin sonucu neden çocuk oluşumuna bağlanmış evrimsel olarak? "Bak bu çok eğlenceli bir şey!" diyerek mi insanları buraya teşvik ediyorlar acaba? Sonuçlarını düşünmeden yapmak isteyeceğin bir şey... Çok ağır bir bedelle taçlandırılmış bir zevk... Bence çocuk bu şekilde üretilmemeli. Varoluşunun bir zevk anına denk gelmesi bile biraz ga...

Misafirinizi Nasıl Alırdınız?

Bugün metaforik bir egzersiz yaptık. Konu misafirin nasılının benim için makbul olduğu, ona nasıl bir hazırlık yaptığım, nasıl ağırladığım, nasıl vedalaştığım... Misafir bizim eve çok uğrayan biri değil. Nadir misafirimiz olur. İş saatlerimizin uzun ve bazı zamanlarda haftasonunu da kapsaması nedeniyle ev bizim için bir dinlenme alanı. Bu alana dinlenmemizi engelleyecek, hazırlık gerektirecek birilerini dahil etme isteğimiz yok. Eşofmanımızla karşılayabileceğimiz, bir kahveye ya da akşam iki kadeh bir şey içmeye gelen arkadaşı severiz. Yemek masası bizim evde işlevi dışında pek çok şeye ev sahipliği yapıyor. Yemek için misafir ağırlamayı tercih etmem. Hem kendime çok güvenmem, hayal kırıklığı yaratabilir hem günlük hayatımızda kendimiz için bile yemek yapan insanlar değiliz, başkası gelecek diye yemek yapmaya kalkmak bize iş gelir. Hazırlık gerektirmeyen, dolapta var olan meyveyle, kuru yemişle ağırlayabileceğimiz, muhabbete gelen misafir benim kalemim. Misafirin kendisini evinde hi...

Bana 6 Dakikada Toprak'la Başlayan Ne Anlatabilirsin?

TOPRAK hem ölümcül, hem doğurgan. Ölülerimizin etlerini bile parçalayan, karnımıza girecek olana hayat verebilen; içinde ve üzerinde pek çok hayat barındırabilen. Biz yüzeyde çok az bir kısmıyla muhatap olabiliyoruz; onun asıl becerileri bizim göremediğimiz yerlerde. Karanlığında, güneş girmeyen yerlerinde. Anne şefkati arıyoruz toprak kadar vahşi bir metabolizmadan, ne garip. Çürümesi için işi bitenleri ona bırakıyoruz; çürüsün gitsin istediğimiz anılarımızı, duygularımızı topraklamaya çalışıyoruz. En derinindeki yerin yakıcılığını tahmin bile edemeyeceğimiz, bir yanıyla soğuk kanlı bir iş bitirici diyebileceğimiz bu ana bize yeşil yapraklar, renk renk çiçekler sunuyor. Verdiklerini görünce onun vahşi yıkıcılığı aklımıza gelmiyor. Ah anne, sar beni kollarına... Anne beni sarsa çürütüp parçalarımla diğer hayatları besleyecek oysa. Annenin sana verdiklerini ye, seyret, kokla; çimenlere uzan en fazla...

Yazıyorum çünkü...

Yazar Olmak - İlk Adım modülüne yönlendirildim bugün ve "yazıyorum çünkü" diye başlayan bir metin istendi. Modülün adının "yazar olmak" oluşu beni biraz gerdi. Yazar olmaktan anladığım kitabı basılmış biri olmak ama ben zaten her gün yazarım. Birinin okuması için bile değil, ben her gün kendi kendime yazarım. Merhaba, ben yazarım. YAZIYORUM ÇÜNKÜ zihnimin oyun oynuyormuş gibi derinlerden önüme koyduğu kelimelerin, imajların, duyguların bana dair, gizli bir dilde yazılmış bir kullanım kılavuzu olduğunu hissediyorum. İşin içinden oyun çıkınca egom kendi zayıf yanlarını ya da üstü kapatılmış kök inançları göstermek istemiyor, agresif bir korumaya geçiyor. Ama önüne oyuncaklar, kelimeler, sorular, oyunlar bıraktığımda farkında olmadan en derinlerden gelen itkilerle bana dair bir hikaye örüyor. Bunlarda doğru zamanda, işin içine çarpıtmalar karışmadığı bir temizlikle okunursa bana dair bir cevap anahtarı oluşacak gibi geliyor. Zihnin sustuğu, derinlerdeki benin yazdığ...

Bana 6 Dakikada Aşk'la Başlayan Ne Anlatabilirsin?

Serbest akışla yazma tekniği benim için yeni bir keşif; bir seneden biraz fazladır tanışıyor olabiliriz. Bu tanışıklıktan önce kelimeleri derdimi en iyi anlatacak şekilde arka arkaya dizmeye dair bir inancım vardı. Serbest akış tekniğindeyse bazen bir kelimeyle, bazen bir cümleyle, bazen de hiçbir referans noktası olmadan yazmaya başlıyorsunuz. Belirli bir süre boyunca elinizi hiç sayfadan kaldırmadan yazmaya devam ediyorsunuz. Önemli olan aklınıza güzel bir fikir gelmesi ya da düşük bir cümle kurmamak değil. Zihninizi mümkün olduğunca oyun dışına çıkarıp bilinçaltınızın kendini ortaya bırakması hedefleniyor. Bir buçuk iyi aydır "sabah sayfaları" yazıyorum. Dişimi fırçaladıktan sonra ilk işim elime kalem kağıdı alıp o anda canlı olan ne varsa 3 sayfa boyunca yazmak. Bu da bir serbest akış yöntemi. Yazacak bir şey bulamazsanız, "yazacak bir şey bulamıyorum." yazın diyorlar. "Yazacak bir şey bulamıyorum. Bomboş yaşayıp gidiyorum. Hayatıma değer katamıyorum....

Kara Koyun

Benden mi çıktı şimdi bu? Bende böyle bir hikaye yok ki? Bu nereden geldi? Judith Malika Liberman ve Yeşim Cimcöz'ün herkese açık olarak yürüttükleri 13 günlük yazma maratonunun son gününde benden çıkan hikaye bana bunları hissettirince yazmaya, uydurmaya devam etmek istedim.  Yeşim Cimcöz dedi ki: "Bir hayvan seçin. Bu hayvanı araştırın hatta. Karakteriniz bu hayvanın özelliklerini taşıyan bir insan olacak. Bir mekan seçin. Bir ruh hali seçin; yazının sonunda bu ruh halinin tam tersi hakim olsun. Bir nesne, bir koku, bir ses seçin. Ve bir cümleniz olsun." Koyun! Aklımdan ilk geçen hayvan koyun oldu. Sürü psikolojisi ile ilgili yazacağım hissine kapılsam da internette koyunların özelliklerini araştırmaya başladım. Doğduğum sene koyun yılıymış; en son 2015'te koyun yılını yaşamışız. Olay 2015'te geçebilir ve karakter benimle aynı yaşta olabilir. Koyunlar sosyal hayvanlar, iletişim becerileri çok yüksek. Eşcinsel koyun oranı %8'miş; hayli yüksek. Yüz hafı...

Neden?

Judith Malika Liberman ve Yeşim Cimcöz karantina süresinde herkese açık 13 günlük bir yazma deneyimi yayınladılar. Bu serüvenin son günündeki egzersizi çok sevdim. Ortaya çıkan hikaye bana tanıdık değildi. Böyle bir hikaye doğurabilmek beni çok heyecanlandırdı. 13 gün bitti ama benim yazma hevesim kat kat arttı. Sanalyazievi.com üzerinden yapılan atölyelerle kendi yazma egzersizlerimi sürdürmeye karar verdim. Bu sürecin bir belgesi olarak da bu blog hayata geldi. Burası benim için bir ödev defteri gibi düşünebiliriz. Öğretmenimin verdiği ödevleri heyecanla yapan, yakası kolalı bir kız çocuğu gibiyim; pembe de bir defterim var. Öyle de bir heyecan! Bazı egzersizlerde zihin akışıyla yazmamız isteniyor. "Büyük saçmalamışım" utancı yaşamaktan kendimi kurtarabilmek için bu önbilgilendirmeyi kendi kendime yapma gereği hissettim. Belki güzel, büyük bir hazine bulurum diye her gün birer avuç toprak kaldırmaktan farkı yok burada yaptığım şeyin. Edebi bir eser değil ürettiğim, çok iy...